Kaygınızı fırsata çevirebilirsiniz
Kaygının hayatta kalma güdüsünün bir parçası olduğunu söyleyen Memorial Ankara Hastanesi Uzman Psikoloğu Eda Atay, kaygının insanı güvende tuttuğunu vurguladı
19 Ekim 2023 - 16:03
Kaygı, tehlike ya da tehdit olarak algılanan durumlarda kişinin duygu ve davranışlarına etki eden sağlıklı ve doğal bir tepki olarak tanımlanıyor. Temelinde korku duygusu yer alan kaygıyı korkudan ayıran en önemli unsur ise kişinin ortada somut bir tehlike yokken de sürekli tedirgin ve huzursuz hissetmesi olarak tarif ediliyor. Günlük hayatı etkilemesi nedeniyle genellikle zorlayıcı bir durum olarak adlandırılsa da, aslında kaygı doğru yönetildiğinde faydalı ve işlevsel olabiliyor. Memorial Ankara Hastanesi’nden Uzman Klinik Psikolog Eda Atay konuyla ilgili bilgi verdi.
Kaygının hayatta kalma güdümüzün doğal bir parçası olduğunu belirten Eda Atay, “Organizmamızın savaşma -kaçma tepkisidir, bizi güvende tutmaya yarar. Belirli miktarda ve kontrol edilebilir ise sağlıklıdır hatta koruyucu işlevi bile vardır. Bireyin olası risklere karşı daha dikkatli olmasını, durumu iyi analiz etmesini ve olaylar karşısında doğru şekilde konumlanmasını sağlar. Aynı zamanda motivasyon verici ve harekete geçiricidir. Bunun için kişiye gerekli enerjiyi verir, dikkatini toplamasını ve konuya özenle yoğunlaşmasını sağlar” dedi.
Bazı insanların kaygıyı daha sık, bazılarının ise daha az deneyimlediğini anlatan Atay, “Travmatik olaylar, sağlık sorunları, kalıtsal faktörler, geçmiş yaşam deneyimleri ve mizaç kaygı deneyimlerimizi etkileyen faktörler. Geleceğe dair plan yapmamıza ve öngörülü davranmamıza olanak sağlayan kaygının yokluğunda ise kişi mutlak bir huzura kavuşmadığı gibi, olası risklere de açık hale gelir, kontrolünü kaybedebilir ve bu durum sağlıklı değil. Kişi, tüm olumsuzluklardan sıyrılıp, kaygının olumlu getirilerine odaklanmak istiyorsa zorluklarla baş etme becerilerini geliştirmeyi hedeflemelidir. Böylece yaşadığı korkunun yerini zamanla olumlu duygular alır ve krizi fırsata çeviren birey kaygının esiri değil, patronu olur. Önemli olan hissedilen kaygının yoğunluğunu kontrol altında tutabilmek ve bundan faydalanmak. Aksi halde kişi kaygı bozukluğuyla karşı karşıya kalabilir, bu da giderek yıkıcı hal alır. Kaygı düzeyi günlük yaşamı olumsuz etkileyen bir noktaya ulaşmışsa ve bu duyguyla fazlaca meşgul olan kişi yapacaklarına bir türlü odaklanamıyorsa böyle bir tabloda kaygı bozukluğu akla gelmelidir. Bu durumda bir uzmanla görüşerek psikolojik destek alınması uygun olacaktır. Ancak unutulmamalıdır ki, tamamen kaygısız bir yaşam hayal etmek gerçekçi bir beklenti olmayacağı gibi, sağlıklı da değil” diye konuştu.
Uzman Psikolog Eda Atay, önerilerine şöyle devam etti; “Süreci doğru yönetmek adına, düzenli bir hayat yaşamak ve bunun için bazı rutinler oluşturmak çok önemlidir. Bu noktada yatış-kalkış saatlerini belirleyerek kaliteli bir uykuya önem vermek, açık havada yürüyüş yapmak, meditasyona ve nefes sağlayacaktır. Anksiyete bozukluğu yaşayan bireylerin yakın çevresi de bu durumdan yoğun bir şekilde etkilenebilir. Başına kötü bir şey gelecek ve geçmeyecek şeklinde düşünen birey, bu durumu yaşamamak için kendini geri çekerek hem kendisinin hem de çevresinin hayatını kısıtlama çabası içine girebilir. Bu durum kişinin kaygısını anlayamayan yakınları için yersiz görülebilir ve yeterince anlaşılamayabilir. Kaygı bozukluğu yaşayan kişinin çevresi ile sosyal ilişkilerinin bozulmaması adına yakınlarının hastanın yaşadığı bu durumu kabul etmesi ve elinde olmadığını fark etmesi gerekir. Unutulmamalıdır ki, bizler için kolay olan bazı durumlar, anksiyete bozukluğu yaşayan bireyler için hiç de kolay olmayabilir. Söz konusu kişiye karşı sabırlı olunması ve desteklemesi oldukça önemlidir ancak yardımcı olmak adına tavsiyede bulunmak, baskı yapmak, bireyin yaşadığı durumu hafifletmeye çalışmak ya da aksini ispata çabalamak faydalı olmayacaktır. Bunun yerine bireyi bir uzmandan yardım alması için psikoterapi konusunda yüreklendirmek gerekir.”
Kaygının hayatta kalma güdümüzün doğal bir parçası olduğunu belirten Eda Atay, “Organizmamızın savaşma -kaçma tepkisidir, bizi güvende tutmaya yarar. Belirli miktarda ve kontrol edilebilir ise sağlıklıdır hatta koruyucu işlevi bile vardır. Bireyin olası risklere karşı daha dikkatli olmasını, durumu iyi analiz etmesini ve olaylar karşısında doğru şekilde konumlanmasını sağlar. Aynı zamanda motivasyon verici ve harekete geçiricidir. Bunun için kişiye gerekli enerjiyi verir, dikkatini toplamasını ve konuya özenle yoğunlaşmasını sağlar” dedi.
Bazı insanların kaygıyı daha sık, bazılarının ise daha az deneyimlediğini anlatan Atay, “Travmatik olaylar, sağlık sorunları, kalıtsal faktörler, geçmiş yaşam deneyimleri ve mizaç kaygı deneyimlerimizi etkileyen faktörler. Geleceğe dair plan yapmamıza ve öngörülü davranmamıza olanak sağlayan kaygının yokluğunda ise kişi mutlak bir huzura kavuşmadığı gibi, olası risklere de açık hale gelir, kontrolünü kaybedebilir ve bu durum sağlıklı değil. Kişi, tüm olumsuzluklardan sıyrılıp, kaygının olumlu getirilerine odaklanmak istiyorsa zorluklarla baş etme becerilerini geliştirmeyi hedeflemelidir. Böylece yaşadığı korkunun yerini zamanla olumlu duygular alır ve krizi fırsata çeviren birey kaygının esiri değil, patronu olur. Önemli olan hissedilen kaygının yoğunluğunu kontrol altında tutabilmek ve bundan faydalanmak. Aksi halde kişi kaygı bozukluğuyla karşı karşıya kalabilir, bu da giderek yıkıcı hal alır. Kaygı düzeyi günlük yaşamı olumsuz etkileyen bir noktaya ulaşmışsa ve bu duyguyla fazlaca meşgul olan kişi yapacaklarına bir türlü odaklanamıyorsa böyle bir tabloda kaygı bozukluğu akla gelmelidir. Bu durumda bir uzmanla görüşerek psikolojik destek alınması uygun olacaktır. Ancak unutulmamalıdır ki, tamamen kaygısız bir yaşam hayal etmek gerçekçi bir beklenti olmayacağı gibi, sağlıklı da değil” diye konuştu.
Uzman Psikolog Eda Atay, önerilerine şöyle devam etti; “Süreci doğru yönetmek adına, düzenli bir hayat yaşamak ve bunun için bazı rutinler oluşturmak çok önemlidir. Bu noktada yatış-kalkış saatlerini belirleyerek kaliteli bir uykuya önem vermek, açık havada yürüyüş yapmak, meditasyona ve nefes sağlayacaktır. Anksiyete bozukluğu yaşayan bireylerin yakın çevresi de bu durumdan yoğun bir şekilde etkilenebilir. Başına kötü bir şey gelecek ve geçmeyecek şeklinde düşünen birey, bu durumu yaşamamak için kendini geri çekerek hem kendisinin hem de çevresinin hayatını kısıtlama çabası içine girebilir. Bu durum kişinin kaygısını anlayamayan yakınları için yersiz görülebilir ve yeterince anlaşılamayabilir. Kaygı bozukluğu yaşayan kişinin çevresi ile sosyal ilişkilerinin bozulmaması adına yakınlarının hastanın yaşadığı bu durumu kabul etmesi ve elinde olmadığını fark etmesi gerekir. Unutulmamalıdır ki, bizler için kolay olan bazı durumlar, anksiyete bozukluğu yaşayan bireyler için hiç de kolay olmayabilir. Söz konusu kişiye karşı sabırlı olunması ve desteklemesi oldukça önemlidir ancak yardımcı olmak adına tavsiyede bulunmak, baskı yapmak, bireyin yaşadığı durumu hafifletmeye çalışmak ya da aksini ispata çabalamak faydalı olmayacaktır. Bunun yerine bireyi bir uzmandan yardım alması için psikoterapi konusunda yüreklendirmek gerekir.”
YORUMLAR